LUKA BENİM ADIM, Necdet Özkaya (Roman)






Necdet Özkaya, Hekim-Yazar, Bilge Karınca Yayın, 2014, 436 sf.




 
*Kitap, uluslararası bir tarihi eser kaçakçılık şebekesi üzerine kurgulanmış polisiye bir roman dinamiğindedir.*

*Parantez içi eklemeler, çoğunlukla kitaptaki bilgilerden olmak üzere, tarafımca yapılmıştır-FNK-*



Orontes Nehri, geçtiği her yere bolluk, bereket ve mutluluk getiren, yeni adıyla Asi Nehri, gördüğün gibi asilikten uzak artık. Akmaya değil, sızmaya çalışıyor.
…Asi’liğinden eser kalmamıştı artık ve hüzünlü, mutsuz, bunalımlı bir görüntüsü vardı akamayan zavallı nehrin.

-Öyle yakın ve içten konuşuyordu ki bizi gözleyen herhangi biri, uzun yıllardır tanıştığımızı düşünebilirdi. Aynı davranış tarzını, kapıdaki görevliden de gördüğümüzü anımsadığımda, bu  SICAKKANLILIĞIN yöreye (Antakya) özgü bir yapısal özellik ve davranış biçimi olduğunu düşündüm gülümseyerek.
İstanbul’da, yaşadığımız büyük, dev binalarda, asansörlerde,  koridorlarda,  caddelerde,  sokaklarda,  otoparklarda, yürüyüş yollarında her gün karşılaştığımız insanların “MERHABA” DEMEKTEN ACİZ, yabancı, itici, soğuk tavırlarını anımsadım ve İÇİM ÜRPERDİ birden.



GİZEMLİ İÇ VARLIĞINIZ, sakin, sessiz ve yumuşak bir ruhun solmayan güzelliğiyle SÜSÜNÜZ olsun sizin (ilk havari St.Petrus=Pierre=Petro=Peter= Pietro=Kifas= Kaya=Balıkçı Simon).



…Kendiniz dışındaki insanların duygularını PAYLAŞIN, acılarına ve sevinçlerine ORTAK OLUN ve birbirinizi SEVİN, ALÇAKGÖNÜLLÜ olun, ŞEFKATLİ olun, MERHAMETLİ olun (St.Petrus).




-Sanki İKİ BİN YIL önce buralarda (Antakya) yaşamışım gibi geliyor bana. …iki bin yıl önce verilen kavgaların, yapılan tartışmaların, acı ve sıkıntılı günlerin yaşayanı olduğumu görüyorum rüyalarımda.
…İyice azıtan minik kuşların, artık daha yüksek cıvıltılarla seslendirdikleri sabah senfonilerinin uyaran notalarıyla uzaklaştım düşüncelerimden.



-Antakya’nın bu inancın (Hıristiyanlık) yayıldığı, geliştiği ve ilkelerinin yazıldığı en önemli ikinci kent olduğunu öğrendiğim…
…sonra Stauris Dağına (Haç Dağı) gideceğim, Saint Pierre Kilisesi bu dağda biliyorsun, DÜNYANIN İLK KİLİSESİ.


-Topluluğumuzun ve inancımızın adı O’nun (İsa) yaşadığı kentte dahi kullanılmamıştı ve Yeruşalim’den (Kudüs) sonra, inancımızın en çok yayıldığı, hızla kabul edildiği Antakya’da, dünyanın bu ilk kilisesinde (mağara kilise), hatta dünyada ilk kez dile getiriliyordu. İlk defa bu isim (EKKLESIA=Kilise= Topluluk/Toplantı) kullanılıyor ve seslendiriliyordu ve Kifas (St.Petrus) söylüyordu bunu; artık bu adla kutsuyordu hepimizi (Papalık’a adını veren St.PETRUS 7 yıl, Hıristiyanlığı yayan Tarsuslu St.PAUL 1 yıl yaşamıştır Antakya’da; St.Paul’un arkadaşı olan ve 4 İncil’den birini yazan St.LUKA ise ANTAKYALIdır).

-(Stauris Dağı) İşte mitolojideki Haron (Kharon) bu, ‘CEHENNEM KAYIKÇISI’ (Dante‘nin İlahi Komedya-Cehennem kitabında öyküsü uzunca anlatılır)…Dağdaki yontu tam iki bin iki yüz yaşında. Antakya’nın kurucusu sayılan IV.Antiochus Epiphanes’in hüküm sürdüğü yıllarda büyük bir VEBA salgını baş göstermiş kentte, önleyememişler, binlerce insan çok kısa sürede hayatını kaybetmiş. Salgını durdurmak için her yolu denemişler; ancak olmamış, durmamış veba salgını. İlahlara yalvarmak için bu dağın gördüğünüz yerine ‘Cehennem Kayıkçısı Haron’un yüzünü yontmaya başlamışlar. Yontu tamamlanmadan durmuş veba salgını, işte tam o günlerde vazgeçmiş yontucular, tamamlamamışlar işlerini. Dikkat ederseniz yüzü yok
…Haron, kayığına almak için para alırmış ölülerden, bu yüzden ölüleri gömerken avuçlarına para konulurmuş, mitolojideki RÜŞVETÇİ bu Haron. Rüşvet alanlar yüzsüz kişilerdir biliyorsunuz…


-Bizim adımız ‘AZINLIK’, azınlığız biz (Ermeniler), gizli bir horlanmayı, küçümsenmeyi, hatta çoğu zaman yok sayılmayı içselleştirmiş durumdayız. Her zaman üvey evlat gibi davranılır bize. En uygar görünen, hatta iyi eğitimli bazı arkadaşlarımızın, sırtımızı döndüğümüz an küçümseyen bakışlarını duyumsarız arkamızda.
…Oysa ‘Azınlık’ adıyla adlandırılan bu insanlar da en az sizin kadar severler bu ülkeyi; askerlik yaparlar, iş üretirler, vergi verirler ve her vatandaşın duyduğu kaygıları duyarlar.




LUKA BENİM ADIM. Antakya’da doğmuş bir Yahudi ve HEKİMİM ben. Yaşadığım ve gördüğüm olayları, tanıdığım ve inandığım kutsal insanların anlattıklarını, hazırladığım ceylan derilerinin üzerine YAZIYORUM. Binlerce yıl sonrasına ulaştırmaya ve unutulmamasını sağlamaya çalışıyorum.


-Ey Teofilos, hayatımı sürdürebilmek için hekimlik yapıyor ve birçok hastanın sağlığına kavuşması için gecemi gündüzüme katarak durmaksızın çalışıyorum. 
…(onları iyileştirdiğimde) gülen yüzleri gördüğüm anlarda sahip olduğum mesleği ne kadar çok sevdiğimi daha iyi anlıyor ve kendimi ayrıcalıklı biri olarak daha çok önemsiyorum. İşte bu çok sevdiğim mesleğimi ve bana sağladığı tüm ayrıcalıkları da kaldırıp bir tarafa atabilirim ki bu her birimizin içtenlikle öğrendiği önemli bir özelliktir.
…inandığımız, yüreklerimize işlediğimiz ve öğrendiğimiz her bilgiyle kötü düşüncelerden arındığımızı, daha adaletli olduğumuzu ve hayatımızın sonuna kadar  doğruluktan şaşmayacağımızı biliyor… yanlış yaşamamaya ve bilmeden de olsa hiç kimseye, hiçbir bitkiye, böceğe, kuşa hatta karıncaya dahi zarar vermemeye çalışıyoruz.
…Bildiğin, hatta çok iyi tanıdığın adamım ben. Luka benim adım, Antakyalı bir hekimim ben.


DİK DUR VE GÜLÜMSE. BIRAK NEDEN GÜLÜMSEDİĞİNİ MERAK ETSİNLER (Che Guevera).

Silpius Dağı‘ndan söz etti önce. Bu dağdan, yanı başındaki Stauris Dağı‘na uzanan Antakya Surları’nden söz etti. İstanbul Surları’ndan sonra ayakta kalabilmiş EN UZUN SURLAR (soldaki fotoğraf) olduğundan, 12000 metre boyunca uzanan taş duvarların kenti nasıl koruduğundan, DÜNYANIN İLK BARAJLARINDAN BİRİ olan “Demir Kapı”nın (“Bab-el Hadid”; Justinianus-6.yy; Parmenius Irmağı‘nın azgın sularının şehri basmaması için) (sağdaki fotoğraf)hala ayakta durduğundan, mağara kiliseye yakınlığından, Silpius Dağı’nın diğer adının HABİB-İ NECCAR olduğundan ve ANADOLU’DAKİ İLK CAMİNİN (Önce pagan tapınağı, sonra kilise, sonra cami) de bu isimle anıldığından ve Anadolu’daki ilk camiye adını veren marangozun, önce bir Yahudiyken Hıristiyanlık inancını kentte ilk kabullenen insanlardan, inananlardan olduğundan, durmaksızın ve aralıksız, soluksuz bir heyecanla söz etti.



-Yüzlerce yıldır (18 depreme rağmen) ayakta kalabilen (solda) bu surların (haçlılara 200 gün direnmiş, içeriden bir ihanetle -Firuz- ele geçirilebilmişti) yapımında 10.000 marangoz, 7.000 duvar duvarcı ustası, 9.000 merkep, 9.000 taş taşıyıcısı çalışmıştı. Beş bin kişi Asi Nehri’nden taş taşımış, blok taşları 10.000 kişi işlemiş, 1.000 kişi ağaç kesmiş, 2.500 kişi tuğla ocaklarında çalışmış, 1.000 demici ve 500 dülger de yapılması gerek diğer işleri yapmıştı. Toplam olarak tam 80.000 KİŞİ bu surların yapılmasına emek harcamıştı (6.yy-Ayasofya‘yı yaptıran Justinianus).


-Karanlık, karanlıklardan kara kayaların karmaşasına kapılmamalıydım; karanlık kovukların, kapkara kabusların KATRAN KARASI KAHPELİKLERİNE KAPTIRMAMALIYDIM kendimi.




-Bir keşiş mağarasıydı beklediğim yer; yaşanan zamanın ayrımına varabilen, TAM O ANIN NE OLDUĞUNUN, nasıl nerede olduğumuzun anlaşılabildiği yavaş, acelecilikten arındırılmış anların anlaşılabildiği yerlerden bir tanesiydi.






-HOMO SUM, HUMANI NIHIL A ME ALIENUM PUTO (Ben bir insanım ve insana dair hiçbir şey bana yabancı değildir).



-Yüzyıllardır çiğnenmekten aşınan ve cilalanmış gibi düz, parlak ve beyaz renkleriyle ÜZERLERİNDE YÜRÜYEN KİŞİLERE GÜLÜMSERCESİNE BAKAN DAR SOKAĞIN TABANINDAKİ TAŞLARIN, ÇİĞNENMEKTEN HAZ DUYARKEN ATTIKLARI SESSİZ ÇIĞLIKLARI dahi duyabildiğini sanan ben…




-Haçlı seferleri, Hıristiyanlığın kutsal emanetlerini Müslümanların elinden geri almak, kutsal Kudüs kentini Hıristiyanların yönetimine verebilmek gibi masum ve haklı nedenlerle başlamış görünse de, HER SAVAŞTA OLDUĞU GİBİ ASIL NEDEN EKONOMİKTİ

-“EN SEVDİĞİM İNSAN İÇİN NE DİLERİM?” diye sorduğumda kendime, aslında hayatın ANLAMINI çözmüş olduğumu anlarım.




-Tarih boyunca gerçekçiydik hepimiz; ANTAKYA TEOLOJİ OKULU‘nun  mirasçılarıyız biz (İsa Mesih’in insan doğasını öne çıkaran; Aristo’ya yakın; yapabilme gücü ve yeteneğinden, felsefi bilgi ve birikimden, pratik bilgelikten, doğrudan kavrayan akıldan söz eden okul).





-(4.yy.’da 5 yıl Antakya‘da münzevi hayatı yaşamış olan ve Eski Ahit’i İbranice’den, Yeni Ahit’i Grekçeden Latinceye çeviren) Aziz Jerome‘nin  en önemli çeviri hatalarından biri, MUSA’NIN BAŞINDAKİ BOYNUZLARdır. Kutsal Kitap’ın orijinal İbranice metninde (Mısır’dan Çıkış-34.29), Sina Dağı’ndan inen Peygamber Musa anlatılır. …İşte burada, İbranice aslında kullanılan “chorn, chornus” sözcüğü, “ışıldama, ışık halesi” anlamına geldiği gibi, ne yazık ki “boynuz” anlamına da gelmektedir ve Aziz Jerome, bu ikinci anlamı kullanmıştır çevirisinde.
…Ünlü İtalyan heykeltıraş Micheangelo, 1515 yılında yaptığı MUSA HEYKELİ‘nde, Jerome’un çevirisine dayanarak Musa’yı boynuzlu olarak betimlemiştir. İki metre otuz beş santim boyundaki boynuzlu Musa Heykeli, Roma‘da St.Pietro in Vincoli‘de görülebilir. 

 -(Stilizm: Sütun üzerinde dünyadan el çekerek yaşam şeklinde ibadet; Louvre‘daki sembolleri sağda) Stilizm akımının en sadık izleyicisi Genç Simon‘un Antakya’da doğduğunu (521)…bir mermer sütun üzerinde 40 yıl yaşadığını (solda Manastırı ve ortasında üzerinde yaşadığı sütun)…bu tepenin HAC YERİ olduğunu ve Genç Simon’un gerçekleştirdiği birçok mucize yüzünden buraya “MUCİZELER DAĞI” dendiğini ve Antakya’ya 18km uzaklıktaki bu manastırı günümüzde ziyaret eden her dinden ve inançtan insanı tuhaf bir şekilde etkileyebildiğini, biliyor musunuz?

-Gökyüzüne doğru uzanan onlarca kalın çam gövdesinin düz ve dimdik görüntülerine inat, yere eğik büyümüş, sağa sola uzanan isyankar bazı ağaçlar, bir merdiven gibi diğer ağaç gövdelerine yaslanıyorlardı. Topraktan fışkırmış çılgın sarmaşıklar her ağacı sarıp sarmalıyor ve yakın bir dostluğun içten görüntüleriyle parlıyorlardı. Her tonu vardı yeşilin. Siyah-yeşil karışımı koyu renk sivri çam yapraklarının arasında uzanan çimen yeşili bir sarmaşığın parlak yaprakları, yerdeki bir başka bitkinin maviye çalan yeşiliyle, içten ve baştan sona YEMYEŞİL BİR KARDEŞLİĞİN SARKISINI duyabilen kulaklara fısıldıyorlardı.



-Sana soruyorum: SEN BEN MİSİN? Yanıtlıyor beni: BEN SEN MİYİM?


-Aslında yemek hazırlarken yapılan sıradan konuşmaların, yemek masasına tabak, çatal ve benzeri eşyaları yerleştirirken anlatılan günlük olayların, hazırlanan yemekleri herkesin önündeki tabaklara aktarırken anlatılan anıların ve doldurulan kadehleri tüketirken savrulan içten kahkahaların tümünün, bunların hepsinin bizi götürmeye çalıştığı yer, sakin sahillerin yanı başı, coşkun ırmakların kıyısı ve alabildiğine yüksek özgür dağların doruklarıdır ve bunlar da bir tek amaca hizmet eder: HUZUR.



-(Bir kağıttan okunan Antakya “MEZE OKYANUSU”): “Biber yoğurtlama, taratur, çiğ küfte, zengin, sahter salatası (kekik salatası demek), patlıcan közleme, zeytun salatası, sac oruğu, sürk salatası (çökelek salatası), humus, katı cacuk, abugannuş (bir tür patlıcan ezmesi), süzme yoğurt, havuç yoğurtlama, cevizli biber, patlıcan yoğurtlama, prenses (kırmızılahanadan), közlenmiş acı biber, roka yoğurtlama, roka salatası.

Categories: LUKA BENİM ADIM, Necdet Özkaya | 2 Yorum

Yazı dolaşımı

2 thoughts on “LUKA BENİM ADIM, Necdet Özkaya (Roman)

  1. Sevgili Mektep Arkadaşım Necdet,
    Büyük emeklerle Antakya'nın zengin ve çoğunlukla unutulmuş tarihini gün yüzüne çıkarma çabana; 50 yaşından sonra büyük bir cesaretle yeni bir hayata, roman yazmaya başlamana; sürekleyici ve entelektüel bir polisiyeyi ustalıkla kurgulamana hayranlığımı bildiriyor ve sevgilerimi sunuyorum.
    Ferda

    Beğen

  2. Kırk yıllık arkadaşım, sevgili Ferda,
    Yazdıkların ve romana blogunda yer verdiğin için yürekten teşekkürler… Yahudi, Hristiyan, Müslüman hatta daha ayrıntılı anlatmak gerekirse, Katolik, Ortodoks, Protestan, Sünni, Alevi gibi birçok mezhebe ve tarikata ev sahipliği yapmış ve yapmakta olan doğduğum kente, ödediğim bir borçtur Luka Benim Adım. Necdet Özkaya

    Beğen

Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.