KÜRK MANTOLU MADONNA, Sabahattin Ali

 

 

SABAHATTİN ALİ (1907-48), Yazar-Öğretmen, İlk Baskı: 1943, 2013 (62.Baskı), Yapı Kredi Yayın, 160 sf.

 

 

 

(Raif Efendi) …pek alelade, hiçbir özelliği olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de BAKMADAN GEÇTİĞİMİZ İNSANLARDAN biriydi. …Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendimize sorarız: “Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?” Fakat bunu düşünürken yalnız o insanların DIŞLARINA bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkûm birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir İÇ ÂLEMLERİ olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu alemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların MANEN YAŞAMADIKLARINA hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul alemi MERAK etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, BEKLEMEDİĞİMİZ ZENGİNLİKLERLE karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç BİLİNMEYEN bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.
(Anlatıcının, böylesine sıradan görünüşlü Raif Efendi’nin ANI DEFTERİNİ okuyup, onun gerçeğini öğrendiğinde yazdıklarından bir bölüm)

-(Okul arkadaşı Hamdi) Mühimce mevkilere geçen adamların esaslı adetlerinden biri de galiba eski -ve kendilerinden geri kalmış- arkadaşlarına karşı gösterdikleri bu biraz da ŞUURLU DALGINLIKtı. Sonra, o zamana kadar “siz” diye hitap ettikleri dostlarına birdenbire “sen” diyecek kadar alçakgönüllü ve babacan oluvermek, karşısındakinin SÖZÜNÜ YARIDA KESİP rastgele manasız bir şey sormak ve bunu gayet tabii olarak, hatta çok kere şefkat ve merhamet dolu bir tebessümle birlikte yapmak… Bana rast geldiğinde memnun görünüyordu. İhtimal, eriştiği mertebeleri gösterebildiğine, yahut da, benim halimi düşünerek, BENİM GİBİ OLMADIĞINA seviniyordu. Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir FELAKET geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi FERAHLIK duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz. 

 

…pratik hayatın muvaffakiyetlerinden, EDEBİYAT gibi boş şeylerin mektep sıralarından sonra ancak zararlı olabileceğinden bahsetti. Kendisine cevap verilebileceğini, münakaşa edilebileceğini asla aklına getirmeden, küçük bir ÇOCUĞA NASİHAT verir gibi konuşuyor ve bu cesareti hayattaki muvaffakiyetinden aldığını tavırlarıyla göstermekten de hiç çekinmiyordu.
…İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar GÜLÜNÇ, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi…

…İnsanları, kendi cinslerinden biri üzerinde KUDRET ve salahiyetlerini denemek kadar tatlı SARHOŞ eden ne vardır? Hele bunu yapmak fırsatı, birtakım ince hesaplar dolayısıyla, ancak muayyen bazı kimselere karşı kendini gösterirse.

-İçlerinin esneyen BOŞLUĞU karşısında ancak başka başka insanları küçümsemek ve TAHKİR etmek, onlara GÜLMEK suretiyle kendilerini TATMİN edebiliyorlar, şahsiyetlerinin farkına varıyorlardı.

 -İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, KÖRLER GİBİ rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.


RAİF EFENDİ’NİN DEFTERİNDEN-1933- :

-Hiçbir şey beni, HAKKIMDAKİ KANAATİ DÜZELTMEK MECBURİYETİ kadar korkutmazdı.

-Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?
…(Berlin’de) Bu sefer okuduklarım, çocukluğumun ve ilk gençliğimin tercüme veya telif kitapları gibi sadece kahramanlardan, fevkalade insanlardan ve görülmemiş maceralardan bahsetmiyorlardı. Hemen hemen hepsinde KENDİMDEN, etrafımdan, gördüklerim ve duyduklarımdan BİRER PARÇA buluyordum.

-(Resim Sergisinde) …orada, KÜRK MANTOLU BİR KADIN PORTRESİNİN önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. …olduğum yerden ayrılamıyordum. Bu portrede ne vardı?… Bunu izah edemeyeceğimi biliyorum; yalnız, o zamana kadar hiçbir kadında görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir ifade vardı. …masumluk ve iradeyi, sonsuz bir hüzün ile kuvvetli bir şahsiyeti birleştiren bu ifade, bana asla yabancı olamazdı. Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. 
…(Tanıtım yazısında, ressam Maria Puder’in kendi portresi olan resmin), Andreas del Sarto’nun Madonna del Arpie tablosundaki Meryemana tasvirine çok benzediği yazılıyor ve yarı şaka bir ifade ile Kürk Mantolu Madonna şeklinde niteleniyordu. …Sarto’nun bu tablosundaki MERYEM, düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkındaki hükümlerini vermiş ve dünyayı küçümsemeye başlamış bir kadındı. İki tarafında ibadet eder gibi duran azizlere değil, kucağındaki Mesih’e değil, hatta gökyüzüne de değil, TOPRAĞA bakıyor ve muhakkak ki bir şeyler görüyordu.

 

…bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, BİR İNSANI ARAMAKLA geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım. O resim aradığım bu insanı bulmanın mümkün olduğuna, hatta ona pek yakın bulunduğuma, bir müddet olsun beni inandırmış, içimde, bir daha uyutulması kabil olmayan bir ümit uyandırmıştı.
…Yirmi dört yaşıma geldiğim halde hala çocukluğumun saflığından kurtulamamıştım. Basit, hatta belki de hiç güzel olmayan bir resim bende ne müfrit intibalar bırakmış, NE GENİŞ ÜMİTLER doğurmuştu. O soluk insan yüzüne kitaplar dolduracak kadar çok manalar vermiş, onda, hakikatte asla olmayan vasıflar bulmuştum.

 

-(Onunla karşılaştığında) Hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, İÇİMİN BU KADAR GENİŞLEDİĞİNİ hatırlamıyordum. …Bir gece için bu kadarı çoktu bile…Zaten küçüklüğümden beri SAADETİ İSRAF etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim. 

 

-(Maria Puder:) “…bütün erkeklerden niçin bu kadar nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için…Herhangi bir şekilde TALEPLERİ REDDEDİLDİĞİ ZAMAN DÜŞTÜKLERİ ŞAŞKINLIĞI görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir AVCI, bizi zavallı birer AV olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, İTAAT etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben bu AHMAKÇA ve KÜSTAHÇA ERKEK GURURUNDAN tiksiniyorum. …Sizinle, bunun için DOST olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok…”

 

-Maria Puder bana bir RUHUM OLDUĞUNU ÖĞRETMİŞTİ.Bir ruh, ancak benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu…Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu. 
 

 

(Maria Puder:) “…dünyada ciddiye aldığım yegane iş budur (resim yapmak). Sırf bunun yüzünden resim yaparak geçinmek istemiyorum (şarkı söyleyip, keman çalarak geçinir). Çünkü o zaman kendi İSTEDİĞİMİ DEĞİL, BENDEN İSTENİLENİ yapmaya mecbur olacağım…Asla…Asla… Vücudumu pazara çıkarmayı tercih ederim.”

 

(Maria Puder:) “Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu...Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız?Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin YALVARIŞLARINIZDA BİLE BİR TAHAKKÜM, BİZİM REDDEDİŞLERİMİZDE BİLE BİR ACİZ bulunacak?
…dünyada…hiç bir mahluk bir erkek kadar HODBİN, KENDİNİ BEĞENMİŞ ve kibirli, fakat aynı zamanda KORKAK ve RAHATINA DÜŞKÜN değildir.”

 

 

Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız KAÇIRILAN FIRSATLAR asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, “BU BÖYLE OLMAYABİLİRDİ!” düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.
…konuşmaya ne kadar muhtacım. HER ŞEYİ İÇİNDE BOĞMAYA MECBUR OLMAK, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir?

Categories: KÜRK MANTOLU MADONNA, Sabahattin Ali | 2 Yorum

Yazı dolaşımı

2 thoughts on “KÜRK MANTOLU MADONNA, Sabahattin Ali

  1. Hermann Hesse' Demian'ı ile boy ölçüşecek kadar güçlü bir edebiyat; Raif Efendi, edebiyatımızın unutulamayacak bir karakteri. Ben kitabı çok sevdim.

    Beğen

  2. Adsız

    En sevdiğim romanlardan biriyle ve roman karakterlerinden ikisiyle burada karşılaşmak, hasbıhal etmek, tanıştığımızdan bu yana geçen zamanın muhasebesini yapmak, ayrılırken peşlerinden “uğurlar olsun” diyebilmek, romanın açtığı yaraları onarmak değil beslemek ve bütün bunlardan keyif almak… Vesile olanlara teşekkürlerimle,
    Hasan Reyhanoğlu

    Beğen

Yorum bırakın

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.